Damarlarımızda öylece akan ve aktıkça hayat devamlılığımızı sağlayan kan, biyolojik bir sıvıdır. Sıvı olarak bahsetsek bile kan aslında %60 oranında plazma ve %40 oranında hücrelerden oluşur. İngiliz hekim William Harvey’in, kalbin pompalama hareketi sayesinde damarlarda dolaşabildiğini keşfettiği 1628 yılına kadar, kanın karaciğerde, midedeki besinler yoluyla üretildiği ve enerji sağlamak amacıyla “yakıldığı” yer olan kalbe taşındığı düşünülüyordu. Bu nedenle ilk ve elbette başarısız kan transfüzyonu girişimlerinde hastalara kan içiriliyordu.
O yıllar bir süre böyle devam ettikten sonra kanın aslında damarlarımızda dolaşan bir yapı olduğu anlaşılmıştı. Ancak damar ve arterlerin işlevleri anlaşıldığında önce hayvanlarda, sonrasında insanlarda yapılan ve damardan gerçekleşen kan nakilleri de tabii ki başarısız olmuştu. Kan gruplarının varlığından bir haber olan insanlar, bir süre çeşitli yöntem arayışına girdiler. 1600’lü yılların sonlarında hacimce az miktarda koyun veya buzağı kanı verilen hastalar arasında kurtulanlar vardı. Türler arası kan transfüzyonunun ilk örneklerinden olan bu girişim, kan hacmi arttıkça yine başarısızlıkla sonuçlandı. Hacmin artışıyla ölüm sayısı ayyuka çıktı ve kan nakli Avrupa’da 120 yılı aşkın bir süre yasaklandı.
Deneylere tekrar başlandığında ise risk devam ediyordu. 1871’de yapılan, 263 insandan insana gerçekleştirilen kan naklinde hastaların 146’sı öldü. Bu oran ise %73 gibi yüksek bir oran. Kabaca her iki hastada bir kurtulma olasılığı, akla insan kanının tek tip olmadığı fikrini en nihayetinde getirmişti. Uyumsuz en az iki tipin olduğu açıktı. Bu kadar ölümün başka açıklaması olamazdı. Ancak bilim insanları kanın yapısı ve işlevini 1901 yılında Karl Landsteiner’in araştırmaları sonucunda öğrenebildiler.
Landsteiner, araştırmalarında kendisi ve beş arkadaşından almış olduğu kan örneklerini kullanarak kimi karışımlarda aglütinasyon (antikor ve antijenlerin tepkileri nedeniyle hücrelerin çökelmesi) olduğunu gözlemledi. Ardından kanları A, B ve C (sonradan 0 adını aldı) olarak isimlendirip gruplandırdı, çapraz karşılaştırmalı bir tablo hazırladı. Çok geçmeden A grubu kana sahip olan kişiye B kan grubu bir kan nakledilmesi sonucu aglütinasyon gözlemledi ve yeterli hacimde kan naklinin kişiyi öldüreceğini anlamış oldu. Öte yandan 0 kan grubu A veya B antijeni bulundurmadığından dolayı çökelmeye neden olmuyor ve herkese nakledilebiliyordu. Yaklaşık 1 yıl sonra ise AB kan grubu listeye eklenmiş oldu. 0 “genel verici”, AB ise “genel alıcı” olarak isimlendirildi.
Kan gruplarının kalıtımsal olduğu da ortaya çıkmıştı. Örneğin AB kan grubuna sahip bir babanın 0 kan grubu taşıyan bir çocuğunun olması genetik açıdan mümkün değildi. Bu keşif sayesinde babalık davası gibi “basit” adli olaylar aydınlatılmış oldu. Adli bilimler alanında da oldukça önemli bir yere sahip olan bu gelişmeler, insan hayatını fazlasıyla kolaylaştırdı. Türler arası kan nakli çalışmaları, veri birikiminin artmasıyla geliştirildi. Kanın türler arası nakli ksenotransfüzyon (xenotransfusion) olarak adlandırıldı; köpekten evcil kedilere, bir kuş çeşidinden diğerine, sığırdan keçiye nakil sağlandı. Homo sapiens (İnsan) ve Pan troglodytes (Şempanze) arasındaki genomik benzerlik (%98.77) göz önüne alındığında, akıllara İnsan-Şempanze ksenotransfüzyonunu getiriyor.
Kan yapılarımız arasında kesin bir benzerlik bulunmamakla birlikte nakil işlemi imkansız da değil. İnsan kanında bulunan A ve B antijenleri, şempanzelerinki ile uyuşmuyor. Bu nedenle şempanzeden alınıp insana nakledilecek olan kanın 0 kan grubuna sahip bir şempanzeden alınmış olması gerekir. 0 kan grubu genel verici olduğu ve A/B antijeni taşımadığından, ksenotransfüzyon esnasında sorun yaşanmaz. Genetik yapımızdaki benzerliğe rağmen, İnsan-Şempanze’ye kıyasla İnsan-Domuz ksenotransfüzyon işlemi daha çok tercih edilmektedir. Bunun nedeni, domuz alyuvarlarının hacim ve büyüklük açısından insanlara fazlasıyla benzemesidir.
Günümüzde kan bulmak açısından herhangi bir zorluk yaşanmadığından dolayı, türler arası kan ksenotransfüzyonu gibi işlemler de yapılmıyor. Aksi bir durumda belki de damarlarınızda alışık olduğunuz kan yerine domuza ait bir kan dolaşmış olacaktı. Kim bilir…
Comments